20111103

zamanımızın yeni iletişim aracı, mecburiyeti in-ter-net.
ben sadece 'net'lik kısmına hayran olsam da, netliğin de acı kahve etkisini üzerimizden atmamız uzun sürüyor. hatta belki hiç bitmiyor.

kaşınan bir noktadır eski sevgili, elin asla ulaşamadığı. sevgisizlikten değil de saçma sapan sebeplerden ayrıldıysa insanlar; sonradan gelecek, temcit pilavı kıvamındaki bir iki seneye hazırlıklı olmak lazım.
hem erkek, hem kadın tarafını tanıyan biri de bu pilavı tekrar tekrar kaşıklayacak ve sonunda kusacaktır yediklerini...

'tahrik gücü yüksek' kelimeler ve davranışlar var. en azından benim algı şeklimde bu etkiyi yaratan...
bu davranışlar, bazen iyileşeyim, kendilerine karşı bir bağışıklık sistemi geliştireyim ve artık hiç hastalanmayayım diye seferber olur, mücadele eder bedenim, kafam ve ruhumla.
her seferinde bir güzel dövüşür, karşılıklı, bir kaç günlüğüne yerle yeksan oluruz.
sonra ben daha sert, daha katılaşmış ve daha duyarsızlaşmış olarak komün hayata geri döner, yaşamıma devam ederim (sanırım).

tüm bu zafer ve yenilgiler tek bir şey verir insana: yorgunluk.
hayata, bir sonraki adıma, sevgiye, yardımlaşmaya, insanlara, harekete karşı yorgunluk.
ama insan salaktır; bir sonraki ilişkisine, hayatına, sayfasına kalemini açarak başlar. en güzel yazısını taknır, başlar yazmaya.
bu konuda sana yardımcı olacağını sandığın, güvendiğin, zaman zaman sırtını bile dayadığın kaynaklardan bu konuyla alakalı dalga geçer gibi bir takım konuşmalar, davranışlar geldiği zaman, kafam hata raporu veriyor!

mesela,
bir bilgi vermek üzere konuşmaya başlamış, karşı tarafın merak ve iştahını kabartmış bir adam, karşı tarafın o merak ve iştahını tatmin etmeksizin konuşmayı kestiği zaman, konuşmaya başlamadan önce neyi amaçlamış olduğunu anlamıyorum!
madem yedirmeyecektin o balı, neden kavanozu gösterdin, madem kavanozu gösterdin neden bana kaşığı vermiyorsun?
bu ikilemi yaratan, olaydan şikayetçi olan taraf olmamasına rağmen 'iyileşmememiş' olmakla, yeterince bağışıklık kazanmamış olmakla suçlanıyor ama kalbi kırılan taraf da suçlayan taraf!
bu nasıl oluyor?

önce bal kavanozun var mı, onu tespit etmek lazım. sonra bir kaşığın var mı; onu.
daha sonra, bu kavanozu birine uzatmak, balı paylaşmak istiyor musun; balı paylaşmak istediğin insanla o balı paylaşmak konusunda samimi misin; bunları tespit etmek lazım.
sonra gelecek hareket zaten sağlam, kararlı ve mutluluk getirici olur.
taraflar birbirine sorgusuz sualsiz güvenebilir.
ama tüm bu kargaşa ve karışıklık arasında, tek taraflı net davranışlar nedense kırıcı ve üzücü olmaktan öteye geçemiyor.
her şeyden öte, hepimizden daha salak olan internet; hiçbir şey arası netlik sağlamıyor.

bir burnu b*ktan çıkmaz düşünür ne demiş;
"ruhun ikiye bölünsün istemiyorsan, zaten ikiye bölünmüş, bölmeye ve bölünmeye müsait bir adrese gitmemek gerek.
bir şeyden kopmuş ise o adres, o adres ya da koptuğu adres ile görüşmeyeceksin. 'kadınlar çiçek gibidir, su ister' önermesine istinaden; 'seçimler zordur, g*t ister.' demek gerek, belki de.
g*tü olan her adam, ilerde suçlanır, dışlanır, kendisinden usanılır, arkasından konuşulur. g*t, burada da devreye girer, olaya karışmaz. serin kanlılığını muhafaza eder. onlar konuşur, g*t susar.
içkili kafalara, iki eliyle bir ilişki doğrultamamışların elinde oyuncak olur. o umursamaz, g*ttür bir kere. nereye giderse gitsin adres, onun yeri bellidir.
nietzsche olmaya gerek yoktur."


vesaire, vesaire...

not: beginners enfes bir film.

Hiç yorum yok: