20111124

sonra..

geldik yine Istanbul'a, çöplüğümüz, büyük aşkımız, baş tacımıza.
son iki tabir için öncelikle kendimden özür diliyorum.

gürültü, hiç vakit kaybetmeden sinir bozmaya başladı. buraya geldiğimde nispeten daha enerjik ve hareket etmek için motive olmuş bir haldeydim ama ofise girer girmez işler değişiyor; malum.
hafta sonu prova olmadığı bildirildiği için kalışımı iki gün daha uzatmıştım, pazartesi akşamı ülkeye geri döndüm.

bu gidişin beni ne kadar mutlu ettiğini buraya dönünce daha iyi anlıyorum. daha doğrusu burada tam olarak ne ve nelerin beni mutsuz ettiğini görmek için iyi bir tecrübeydi diyebiliriz. daha önce de yazmıştım, Fügen'in doğum günü partisi, insanlarla olan diyaloğumu görebilmek için iyi bir platform olmuş.
bunun etkilerini hala görüyorum. içinde bulunduğum sert ve duvarlı mekanizmanın arkasındaki korku, endişe ve kaçışlarla yüzleşmek için, kabuktan sıyrılmanın çok da zor olmadığını görmek için iyi bir fırsat olmuş.
"isteyince, her şey mümkün" klişesinin başarılı çalışması, bir nevi!

bizi bir takım kurguların içinde hapseden ve onların içinde boğuşurken etrafta olan biten güzel şeyleri kaçırıyor oluşumuzun temel sebepleriyle ilgili bir beyin fırtınasına kapıldık dün, boba ile.
orada, insanların iletişim halinde olabilmek, sosyalleşmek için yaptığı şeyler ile bizim burada, bu amaçla yaptığımız şeylerin abes abartısı, tezatı ve benzerlikleri; toplumumuzun bir takım şeyleri üzerine sonradan giymesinden ötürü ortaya çıkan 'program' uyuşmazlıklarını, kontrol ettiğimiz ve edemediğimiz tüm iyi-kötü alışkanlıklarla ilgili düşüncelere yön veren bir konuşma oldu.
bugün online takip edilebilecek tüm gazetelerde, sokaktaki satıcıdan, banka görevlisine, esnafa, her türlü insanın, içindeki 'avrupalı', 'batılı' sevdası ve çabası ile, hiç kopamadığı ve diğerine çok zıt olabilen taraflarıyla bölünme ve yırtılmalara sebep olabilen kendi kültürümüzün insan ilişkilerindeki gücü ve azıcık kafayı dışarı uzattığımızda bizi kendine hayran bırakan şeylerin tam da ne olduklarını anlamak konusunda daha net görmeye başladık bir süreliğine...
tabii sonra iş bitti, ofislerimizden çıktık, başladı yine çark dönmeye.

sosyal ilişkilerde çıkabilecek her sorun, sıkıntı; yetişme tarzından ve görgüden kaynaklanan davranışların, bir diğeri üzerindeki etkisine bağlı.
insanların birbirini düzeltme dürtüsü de buradan geliyor. ve tabii aynı amacın sebebi çatışmalar da.
en kaba misal, "sırada dur", "terbiyeli ol", "saygılı ol" 'önermeleri'yle yetişmiş biri için, hayatında hiç sıraya girmemiş, terbiyeli ya da saygılı olmak gibi bir dürtüsü olmamış insanların içinde yaşamak ne kadar dayanılabilir?

ikili ilişkilerde de durum pek farklı değil.
en modernize edilmiş kurgunun içinde, en ilkel davranış kalıpları ve hisler var.
ve bunun içinde yoğrulan kaotik kozmolojimiz, yırtılan bilincimiz, paranoyalarımız ve rahatı bulmak üzere çıktığımız yolculuğun ağır yükü sırtta, kamburumuz çıkmış vaziyette sürünüyoruz.
kıskançlıklar, bağımlılıklar, duygusallık, duygusuzluk, farklı insanlarla da olsa ilişkilerin başlangıcı ve sonunun genelde -neredeyse- aynı oluşu...

saf mutluluk nerede, ne zaman daimi olacak hiç bilmiyorum.
ama insanın kendini mutlu etmek için hareket etmesi de paha biçilemez!
hele de hareketinin sonunda beklentisinin üzerinde bir mutluluk bulursa...
bu, böyle yazınca çok şirin duyuluyor ama aslında çok net, saf ve olması gereken bir durum, bir zihin yapısı. bu durumla alakalı çok ciddi karamsarlıklarım olduğu için kantarın iki tarafına da yaptığım ziyareti makul buluyorum.

yine sözün özü 'denge'ye geliyor galiba.
bir gözü kör bir kulağı sağır etmek de bir nevi öz-denge seçeneği.

onu ne kadar yapabiliyoruz, meçhul...

1 yorum:

Sophie dedi ki...

Special welcome to you my dearest Nesta. Istanbul and I missed you so much.