20120928

etrafınızdakiler ve sınırlarınız ile ilgili derdiniz mi var?
karşı taraf nerede duracağını kestiremiyor mu?
kolayı var:
bir süreliğine ortalıktan kaybolmak.

bakalım işler, iş yerinde siz yokken nasıl yürüyor...

üniversite öğrencisi olduktan hemen sonra bir yandan da çalışmaya başladım.
yaşça büyük insanlarla anlaşmayı, kendi yaşıtlarımla anlaşmaktan daha kolay bulurum. sıkı patronlar gözümü korkutmaz. terbiyesiz olmadıkları sürece makul bir çerçevdeki sertlik ve sınırlamalar iş akışını kolaylaştırır, iş yerini çalışır kılar. kısacası, gereklidir.
henüz 12 senelik çalışma hayatımda, kendi konumuyla başkalarının konumunu dikkate almadım, kendimi başka mevkilerle kıyaslamadım.
şu an çalıştığım yerde şirket ortağı / şirket müdürü gibi gözüksem de, içinde çalıştığımız evin mal sahibi olduğumuzdan da mütevellit, tuvalet de temizliyorum (lafın gelişi değil), çay da yapıyorum, fuarlara da katılıyorum, yurt dışına müşterimin derdini üreticiye bildirmeye de gidiyorum.
ha, bu yaptığım iş, üzerinde eğitim almış olduğum meslekle alakalı mı? hayır.
ben bir klasik filoloğum. edebiyat fakültesi mezunu olup da kimya sektöründe 'iş sahibi' olmak beni hala zorluyor. ama işi seviyor muyum; çok zor olsa da, evet!
ülke şartları, eğitim düzeylerimiz ve neticeleri gereği, gerek birlikte çalışmak zorunda olduğum, gerekse malzeme tedarik etmekle yükümlü olduğum firmalardaki insanların çeşitliliği anlatmakla bitmez.
etrafımda yüksek mühendisler, 5 lisan bilen operatörler, hasbelkader bir yabancı lisan bildikleri için gözlerini bir nakliye firmasında çalışarak açmış lise mezunları, usta-çırak ilişkisi neticesinde, elinde resmi bir ehliyeti olmaksızın muhasebecilik yapan insanlar var. gönül isterdi ki, üzerine uzun uzun konuşabileyim!
işte tüm bu insanlarla iş yapmayı 'çalışır' kılmak, tahmin edilir ki, epey zor bir iş.
sınırlar gerekli. ama iş yerinde çizilecek sınırlar, kişisel hayatımızda başkalarıyla aramıza koyduğumuz sınırlara hem çok benziyor, hem bir o kadar benzemiyor.

iş yerinde olan bitene ve insanlara müsamaha göstermek konusunda çok sert olamazsınız, çok esnek de. gönül kırmadan, işi laubaliyete de bindirmeden işleri çalışır kılmanız gerekir. size hem güvenecekler, hem de sizden çekinecekler. hiç kolay bir denge değil!
müşteri ilişkilerinizde de, bugün yapacağınız bir hatayı başka bir şekilde telafi etmeniz, zamanı ne kadar iyi kullandığınıza bakar. müşterinin gözü sadece kasasında ve takvimindedir. çünkü sizden ihtiyaç duyduğu malzemenin zamanında eline ulaşmasının ardından, sattığı ürün ile kasasını dolduracak ve -aslında hiç istemese de- sizin de karnınızı doyuracaktır.
müşterinize takvimde vermiş olduğunuz rahatsızlıktan dolayı sadece özür dileyerek işin içinden çıkamadığınız durumlar olabilir. cebinizden bir takım masrafları karşılamanız ve karşı tarafı hoş tutmanız icap edebilir.
malzemenizin deponlandığı antrepolardaki çalışanlara da ara sıra bir tepsi baklava, yılbaşında bir sepet, bayramlarda minik hediyeler vermek durumundasınızdır. çünkü memnuniyet, bizim ülkemizde sadece para ve hizmet orantısına bakmaz, daima başka şeyler de ister, ister, ister.
işte tam da burada, farklı kurumların farklı birimlerinde çalışanlarıyla da temas etmeniz gereken yerde, aranızda sınırlar olması gerekir.
laubalilik, iş akışını nakit akışına doğru orantıda kötü etkiler bir durumdur. bunun olmasına izin vermeksizin, iki tarafın da isteklerinin yürüyor olması gerekir.
gelişmiş sanayi toplumlarında bu gibi yaklaşımlar neredeyse hiç olmadığı gibi, ülkemizde eğitimsizlikle gelen olumsuzluklara bir de cinsiyet kaygısı ekleniyor.
gerek ofiste, gerekse iş icabı birlikte çalıştığınız kişilerin sizinle olan sınırları konusunda bir takım 'girişim'leri, sizin alanınıza yönelik 'taciz'leri varsa, işler çekilmez olabiliyor.
ara sıra, ne olduğunuzu, nerede olduğunuzu başkalarına hatırlatmanız gerekebiliyor. ama işin komiği, hatırlatmanız neticesinde, karşı taraf pişkince alınabilip daha da üzerinize gidebiliyor. iş sessiz tehditlere kadar varıyor ve bazen siz aslında lüzumsuz kibarlık ettiğinizi hatırlıyorsunuz.
bu esnada benim naçizane tekniğim: yok olmak.
kimseye bildirmeden ofisten ayrılmak ve bir süre ortalıkta gözükmemek tarafların nötralize olması açısından işe yarayabiliyor.
"çok muhabbet tez ayrılık getirir"
"yüz verdik ayıya geldi s*çtı halıya"
"elini veren kolunu kaptırır" gibi güzel atasözlerimiz var, hatırlamakta yine fayda var.

her şey bir kenara, aslında bu yazıya ne bu düşünceyle başlamıştım, ne de bu şekilde devam etmek gibi bir isteğim vardı.

ben şunları diyecektim aslında:
bugün, işi falan bir kenara bırakıp dışarı çıktım.
biraz başka şeylerle ilgilenmek çok iyi geldi.

annemlerin, evlendikleri zaman aldıkları büfe, masa ve sandalyeleri (takımdır hepsi, masif ceviz) bu eşyaları almaya imkanı olmayan bir aileye veriyorum. haydi masa ve sandalyeler kolay iş ama büfenin içinde, birlikte yaşadığım dayımın kişisel eşyaları da vardı.
o yüzden bugün ikea'dan çeşitli ebatlarda kutular ve büfe gittikten sonra yerine koyabileceğim bir komidin, iki de 'açık raf ünitesi' satın aldım.
bütün bir cuma akşamımı büfeyi boşaltarak -ki içinde 1957-2003 tarih aralığında bir kaç sayı eksiği ile national geographic dergileri vardır- ve çıkanları kutulara yerleştirerek geçirdim.
ha, aradan atılacaklar da çıktı, temizlik iyi geldi.
diyeceğim odur ki; çalışmak güzel bir şey!
illa, oturup para getirecek bir şey yapmak değil çalışmak.
kafa ve bedenini kullanarak yaptığın her şey bir iş ve muhakkak getiri sağlayan bir hareket.
bana bu geceki getirisi: işe yaramış olmanın verdiği mutluluk...

ve biliyorum ki, bu tatlı yorgunluğun rehavetini, ofiste çalıştığım saatlerle asla elde edemezdim.

kimse kusura bakmasın ama, hele de beraber çalıştığım insanları düşününce...


Hiç yorum yok: