20120801

sen orada bir yerdesin, ama...

varlığı sorgulamak adına bugüne kadar ne yaptıysam, hiçbir netice alamadım. daha derin kuyular, daha çok düşünmek, daha çok uykusuzluk dışında.
varlığı, olduğum coğrafyada sorgulamak adına yaptıklarım ya arkadaşlarımı incitti, ya iki kere beni.
varlığı, yaşadığım hayattan aldıklarımla sorguladığım zaman, önemli kılan hiçbir şey olmadığını anlamam da ara sıra zihnimin kıyılarıma vurur, durur. önce bir iki ürkerim, sonra heyecan, coşku, omurgadan gelen yüksek dürtülerle karşılarım o dalgaları. sonra bir yağmur bulutu çöker, kararır ortalık ve kendimi aynı dalgalarla boğuşurken bulurum. bunu resmetmenin, anlaşılır bir şekli sanırım sadece bana var. veyahut, benzer hissiyatlarda olup da farklı şeyler yaşamış / yaşıyor olan tanıdık, arkadaş veyahut hiç 'tanımadıklar'la konuşup deşarj olurken oluşan resmin pahasını biçmeye çalışmak yersiz.

beni bu ülkeye bağlayan sıkı bağlarım yok. bunu dün pek güzel öğrendim. işin komiği, "zihinsel olarak daima kafamı kurcalamış durmuş bu gerçeğin, somut; maddi anlamda da bir hakikat olduğunu işitmek, içimi hiç acıtmadı" desem, burnum buradan fizan'a kadar uzar.
doğru. benim bu ülkeyle sıkı bağlarım yok. artık bunu işitmek istemeyen arkadaşlarım olmasına rağmen, bu hakikati devlet kuruluşları bile bana telaffuz edebiliyorsa, herkesin yeniden hatırlamaya ihtiyacı var ki, benim annem, babam yok. bununla ilgili hislerini, çoğu zaman küçükemrahlaşan kaşlar, bazen de metanet simgesi olarak kısılan gözler ve büzülen dudaklarla ifade ediyorlar insanlar.
iyi de, ölümlerinden ne ben sorumluyum, ne de onlar. ama ölmüş olmalarından dolayı sanki bir ceza çekiyormuş gibi hissediyor olmak sanırım beni epey bozan.
kendimce iyi yapabildiğimi düşündüğüm şeyler var, hiçbirinde, bütün dünyanın beklediği o başarı kağıtlarıyla erişmiş olmasam da. hiçbiri ile ilgili yüksek yüksek kurum ve kuruluşlardan övgü dolu sözler ve paralar almamış olsam da, ben kendimce iyi yapabildiğimi düşündüğüm şeylerimle mutluy(d)um.

ailemin yaşayan kısmı için de halen bir çocuğum. yaşım ilerliyor, saçlarım beyazlıyor ama ben ne hikmetse korunup kollanan, kanat altı edilen ama bir yandan da o yaşayanlara ebeveynlik etmekten hiç kurtulamayan (bunda yine kimsenin bir hatası yok, seçimler.. seçimler..) bir canlıyım.
dünyanın başka bir yerinde olsam, bu sahip olduklarımla bir birey olabilir, köklerimi salıp can-ı gönülden yeşerebilir miydim; bilemiyorum. ama anlaşılan o ki, bu coğrafyada bu şeylere sahip olduğum için, başka bir ülke tarafından potansiyel göçmen olarak algılanabiliyorum. ama kendi ülkemde de kendi ülkemin şartlarına göre büyümemişim, öğrenmemişim, yaşamamışım, yaşayamıyorum.
varlıkla ilgili sorgularım, suallerim, burada devreye giriyor işte.

neden varım ben o halde?

güya sosyal bir varlık olduğum için kendimi ifade etmek ve tanınmak istemek gibi dürtülerimin çakışmasının neticesi olarak bunları hissediyorsam, buradan nasıl geri döner, her şeyi siler, tabiri caizse, fabrika ayarlarına geri dönebiliriz? hele de beni üreten fabrika kapanalı yıllar olmuşken...

insanlar burada, yine coğrafyamıza veyahut tüm insanlığa özgü bir dürtü geliştirip çiftleşmeye yöneliyorlar.
seksüel anlamına daha gelmeden; çift olma, iki, ikili olma dürtüsüne...
iyi de, bu varlık kargaşası içindeki bir birey, hangi diğer bireyle çift, iki, ikili olabilir.
olsa da ne kadar 'bir' olur? öyle mi tamamlanır bu hikaye? tamamlanmış mı hisseder yoksa var ol(m)ayan nesi varsa daha da mı parçalanır?

..diye düşünüp durmaktan uyku yok, iştah yok.
bazen karpuzun serinliği, bazen pervanenin rahatsız edici gürültüsü... var olduğundan emin olduğum, bir bunlar var...








Hiç yorum yok: