20120724

iğne-çuvaldız ve kavruk insanlığımız üzerine..

sabah sabah tesadüf eseri, karşıma çıka çıka space dye vest çıktı.
ortaokul/lise yıllarımızın "leave me alone!" kafasını -bu kelimeyi de popüler hale getirip reklamlarda falan kullanmaya başladılar, milletin ayağının altına verdiler, gayet de güzel bir kelimeydi, ben seviyordum, içine ettiniz!perçinleyen, bir kevin moore şaheseri.


sonra tabii insan ister istemez kararıyor ve düşünüyor.
"nereden nereye geldik." diye. 
ben artık birebir kişilerden ziyade daha 'genel' düşünüp anlamaya çalışacağım sanırım mevzuyu. 
çünkü birebir tüm didişmelerde saygı ölüyor, iktidar savaşları ile yerle bir oluyor kaleler, topraklar, tüm hava...


beklenti bitmiştir. ben artık kimsenin, 'genel olarak', kendisinden başka birini ön plana koyarak düşünüp hareket ettiğine inanmıyorum. bunun, "önce anne, sonra çocuk maskeyi ağzına taksın"dan çok ayrı bir düsturu var yalnız. onun düsturu bile tam olarak anlaşılmıyor ya, neyse!


birine aşık oldunuz farz edelim; ne yaparsınız?
ben gerçekten çok merak ediyorum ve sokağa çıkıp sorular sormak istiyorum anketör gibi.
şunları bulacağımdan neredeyse eminim:
"valla gider söylerim, 'benim ol' derim."
"belli ederim, yanaşırım, kendimi anlatmaya çalışırım."
"çekinirim ama beni fark etmesini beklerim, isterim."

gariptir ki kimse şunu düşünmüyor:
"kendimi ifade edişime karşılık, ya o benim gibi düşünmüyorsa?"

herkes o sevdiği aşık olduğu adam/kadın, istediği ayakkabı, ev, araba, iş kendisinin olsun istiyor.
karşı tarafa, hislerin kaynağına, ne hissettiği asla sorulmuyor.
işte devreye sonra taciz giriyor, en amiyane tabiriyle.
siz o şey sizin olana kadar, ve hatta sizin olması için onu yıldırana kadar baskı uyguluyorsunuz, bilerek veya bilmeyerek. karşı taraf da size bir cevap vermek zorunda gibi hissediyor.
o kadar eziliyor ki hatta o baskı altında, size kötü bir cevap verirse olacaklardan korkar hale geliyor. en masumane, sizin kırılacağınızı, çok üzüleceğinizi falan hesaplamaya başlıyor.

bak şimdi burada deliriyorum işte!
"ulan hayvanoğluhayvan?! ne hakkın var ulan senin bir insana bunları yaşatmaya?"
"senin hislerine cevap vermek zorunda mı bu insan?" derler adama!
kendisi bunu çok net bir şekilde istemediği halde, senin olmak, seni memnun etmek, tatmin etmek zorunda mı?
haydi onu geçtim, bu bilgiyi aldıktan sonra, onu sana olan davranışlarını kontrol etmek zorunda bırakmana ne demeli? belki arkadaştınız, belki aynı ortamlarda sık görüşen insanlardınız; ne olacak şimdi? kaşlar gözler yerinden oynayacak, herkes elini eteğini çekiştirmeye mi başlayacak?
ve sen bir de, isteklerine karşılık bulamadığın zaman bu insana zarar vermeye, daha da baskı uygulamaya, isteklerine cevap vermediği için onu suçlamaya, hareketlerini daima ve fena halde sürekli yanlış algılamaya ve yargılamaya cesaret edeceksin!?
sonra işte insansılığın, insancıllığın bittiği, saygıyla alakası olmayan bir boyuta açılıyor kapı.
başlıyor iktidar savaşları, sonra başlıyor yerle bir olan aileler, cinayetler, adam kaçırmalar, şiddet, şiddet ve daha çok şiddet....

tüm bunlar, önceden ezilmiş, kendi benliği, istekleri, beklentileri, karakteri, hayatı bir şekilde baltalanmış, başkalaşmış, baskılanmış, dışarıdan dürtmelerle hareket etmişlerin yapacağı bir iş. yetişirken işitilmemişler, işitilecek şeyler yaptıklarında da artık çok geç olmuş...
kendisine seçme, seçilme, var olma özgürlüğü, alanı verilmemiş veya koşullar ne olursa olsun bu maneviyatı hissedememiş herkesin üzerindeki kara bulut budur bence.

bir şey istiyorsanız, öncelikle isteklerinizin karşılığında alacağınız şeyi (iyi ya da kötü) tartıp, taşıyabilecek misiniz, onu da hesaplayın!


bilimsel araştırmalar gösteriyor ki; bir takım primatlar, filler, balina ve yunuslar, empati yeteneği olan canlılardır. 
şimdi, hangimiz daha canlıyız, lütfen biri bana açıklasın...






Hiç yorum yok: