20120601

wherefore art thou?

Kemal diye bir arkadaşım vardı, Ayvalık, Ayazmant'ta.
Biz 55 numarada otururduk, o da ön kapımızdan sağ çapraza baktığımda gördüğüm camda. Onların kapı numarasını hiç hatırlamıyorum. Evlerine dair hatırladığım tek şey, ılık bir yaz akşamı annesinin melamin bir bardakta ikram ettiği Cola'nın tadı. Yemek yiyeceklerdi. Televizyon sesi, karnımdaki ağrı. Ben aç değildim, biraz daha orada kalmak güzel olurdu ama acıkamıyordum. Belli ki kalbime göre sadece arkadaşım değildi Kemal...
Püskül saçları, incecik kolları, bacakları, eklemleri çıkık. Dalgalı bir ses tonuyla güler, konuşurdu.
Ensesi güneşten kapkara, saçlarıyla boynunun birleşmesine yakın yerdeki tüyler bembeyaz.
Güneş kremi gibi kokardı. Ya da kremler, Kemal'in huzurlu kokusunu andırırdı bana, bilemiyorum. Yalnız bir çocuktu. Biz annemle denize giderken, o da bizimle gelirdi. Annesi neden gelmezdi? Neden Kemal yalnız gelirdi bizimle?

Sitede köpekler doğurur, yavruları palazlanınca biz de onların peşinde koşardık. Fındık'ımız oldu günün birinde bir tane. Yan komşumuzun diri, yemyeşil çimleri vardı. Bizimkiler bir türlü olmazdı çünkü iyi bakamazdık. Sonra zaten bahçenin bir bölümüne üzerine yazı yazıp resim yapabilecğeimiz büyüklükte bir beton döküldü. Dokusu kara tahta gibiydi. Nasıl bir malzemeydi ki?
Gaddar çocuklar değildik ama meraklıydık. Büyük karıncalar vardı bahçede. Toprağı kazıp, çıkan boşluğu suyla doldurur sonra içine yine toprak atar, bulamaç hale getirirdik, karıncaları bazen içine atardık, buradan da kendilerine bir yol kazarlar diye düşünürdük. Bazıları ölürdü. Garip hissederdim.

NASA üssü kurardık sonra, bahçeye. Benim oyuncak ayılarım yanımdan eksik olmazdı. Onlar uzayda hastalanır, biz de ağızlarına pudra dökerdik. İlaç niyetine. Seneler evvel elime geçen bir oyuncak ayının ağzında pudra kalıntısına rastladığımda darmadağın oldu zaman mefhumu...
Kemal neredeydi?

Ayazmant o zamanlar bakir bir siteydi. Denize ne çok yakın ne de çok uzak. Hemen yolun karşısında SSK Sitesi vardı. Orası nedense daha huzursuz, daha karmaşık bir hissiyat uyandırıyor içimde. İki kız vardı oradan tanıdığım, adlarını şu an hiç hatırlamadığım. Bisiklete binerdik. Ben hızlı giderdim, kızlarla yarışılmazdı. Geride kalınca ya da düşünce hemen ağlarlardı. Geride kalmak ile düşmeyi nasıl bir kefeye koyuyorlar diye hayret ederdim. Kemal'i özlerdim. Sanırım Kemal yokken kendimi kızlarla avuturdum. Geçmezdi. Kemal'i özlerdim.

Bazı yazlar, biz önce giderdik Ayazmant'a, Kemal daha gelmemiş olurdu. Çok üzülürdüm. Gece sivrisineklerle oynardım. Sivrisineklerin kan emdiğini ve sonrada kendi sıvılarını bizim derimizin altına enjekte ettiklerini izlemiştim bir çizgi filmde. Gecelerimi, sivrisineklerin bir ısırık lütfetmelerini bekleyerek geçirirdim. Her gördüğümüze inanmıyoruz, değil mi?
Babam kızmıştı duruma, sinekleri kaçırıyor diye duymuş, yüksek frekansta ses çıkaran bir alet almıştı çakmak kadar. Onlar duymuyordu, ben inatla duyuyordum çıkardığı o sesi. miiiiiiiiiiiiiiiiiiinnnnnnnnnnnnnnnn diye. Kapatınca sanki kulağımın içinden deniz suyu boşalıyor gibi rahatlıyordum, sinekler gece bizi yiyordu.

Kemal'siz karşıladığım Ayazmant günleri, bir sabah uyanıp camdan bakıp da kepenklerini açık gördüğümde aydınlanırdı sonunda. Koşa koşa giderdim, daha arabadan eşyalarını indiriyor olurlardı. Umursamazdım. Koşardım hemen ona.
Ya da bazı geceler, kapıdaki sinek telinin önünde beliriverirdi Kemal. Gözlerime inanamazdım.
Gülümserdik birbirimize. Hemen bir oyuncağa dalardık, sağda solda ilgilenecek bir şey...
Heyecanımı bastırmak kolay olurdu böylelikle. Çocuklar meğerse, ne de güzel bastırabiliyor tüm duyguları en doğal yöntemleriyle sakince, yaşayarak hepsini en yüksekte...

Sonra bir yaz, bir iki yaz gitmedikten sonra, Ayazmant'a gittiğimde Kemaller'in taşınmış olduğunu gördüm. Bana taşınacaklarını daha önce söylemiş gibi anımsıyorum ama onu affetmeye çalıştığım için de olabilir.
"Söylemiştir kesin daha önce."
"Söylemiştir, canım!"
O yaz nasıl geçti, hatırlamıyorum bile. Kuzenlerim geldiler, dayım, yengem, teyzem... Yine de buruk.
Biz de yazdık, çizdik beton bloğumuzun üzerine. Resimler, tekelermeler, küfürler... Kemal neredeydi?
Andersen'den Masallar diye bir kitabım vardı o zamanlar, çok fena üşütmüş, alltan üstten gittiğim bir gece annem onu okumaya başlamıştı zaten bin parça olan kafam daha dağılsın diye.
İnsanın birini özlemesi kadar ağır başka bir şey yok sanırım, o yaşta. Hiçbir şey iyi gelmiyor, hayat devam ediyor, karpuz hala güzel ama eksik.
Oyuncak ayıların ağızlarına bakıp ağlamak, denize giderken parmakarası terliklerimin çıkardığı sese eşlik duyamamak, Fındık'ın da ortadan kayboluşu, bir bir gidiyordu elimden Ayazmant.
Çok geçmedi biz de evi satmak zorunda kaldık, sonra öğrendim ki, bir takım iş sıkıntıları yüzünden.

Sonbahar, ilkokulu bitirmeye yakın zamanlar...
Annem, babam Tüccarbaşı'nda kendi ofislerinde çalışıyorlar.
Okul servisinin beni Tüccarbaşı'na bıraktığı bir akşam, ofisten içeri girdim, babamın yüzünde görmeye hiç alışık olmadığım gülümseme. Arkasından gelecekleri merak ediyorum bir bir...
"Bil bakalım bugün ne oldu?" dedi. Cevap bile veremedim. Bir köpek almış olmayı, ya da ne bileyim, çok deli bir haber bekliyorum ama ne kadar deli bir haber olacağı ya da beni heyecandan daha ne kadar delirtebileceğini kestirmek güç.
"Kemal'den sana mektup geldi" dedi.
Yüzüm üşüdü. O anı çok iyi hatırlıyorum. El ve ayak parmaklarım dondu birden bire. Midemdeki ağır top.
"Nerede?"
"Al işte burada."
Zarfı açtım, baktım, içinden bir fotoğraf çıktı. Kemal ve ben, ellerimizi birbirimizin omzuna atmışız, bizim evin merdivenlerinde, annemin çektiği bir fotoğraf...
Arkasına babam "Ayşe ve Kemal'i" yazmış.
Aslında Kemal'den gelen bir mektup olmayışına mı, babamın durumu çakmış olmasına mı, beni ofisin ortasında bu kadar heyecana boğmuş olmasına mı sinirlenmeliyim, bilememiştim.

Kemal'den hiç haber almadım. Ayazmant'tan ayrıldığımızdan beri ses seda yok.
Ara sıra rüyalarımda görüyorum.
Dün geceki gibi. Kemal'i bulmaya gidiyorum. Buluyorum da. Bıraktığım yerde, evlerinin köşesinde. Büyümüş, koca adam olmuş. Böyle demek ve hissetmek garibime gidiyor. Bir arada kalmak istiyorum. Değişmiş ama yabancı değil. "Seni bulmaya geldim, buraya. Buldum da." diyorum
"Ben değiştim, artık kimseyle hiçbir şekilde konuşamam" diyor. Sonra "hatırlarsın" diyorum. "Üzülme"
Ellerimin arasına alıyorum yüzünü. Ben ağlıyorum onu bulduğum için, çok mutluyum. Ara sıra uyanıyorum, hemen tekrar dalmaya çalışıyorum. Dalıp, Kemal'i kolundan tutup çıkarıyorum bilinçaltımın yüzeyine.
Çok güzel bir delikanlı. Gamzesi, bıraktığım yerde duruyor. Gözleri bir kahverengi oluyor, bir yeşil.
Dudaklarıma bakıyor. Konuşamıyorum. Hareket ettiğini görüyor ama duyamıyor gibi yüzü.

Uyanıyorum.

Kenarda köşede, hiç akla gelmeyen ne kadar karanlık nokta varsa, gömülmüş, sindirilmiş, orada bir aidiyet duygusu var. Daima. Üzerinden yıllar ve sular da geçse, capcanlı, her şeyi yıkarak ortaya çıkan bir his tepesi.

Kemal nerede, yaşıyor mu?
Mutlu mu? Evlendi ve ona benzer püskül çocukları oldu mu? Bilemiyorum...
Şu anda nabzı nerede, kime temas ediyorsa, benim için kıymetli.

Kalbimden uzanan bir koridor olsa boşluğa doğru, ucunda onu bulurum gibi hissediyorum.
Bir insana böyle bir şey hissetmek, nasıl da temizliyor her şeyi, herkesi...







Fotoğraf 1:

                                                                     "Ayşe ve Kemal'i"
(burada dişlerim yokmuş gibi gözükmüş! dişlerim vardı tabii, yaşım 8 falan. fotoğrafın aslında, dişlerimin üzerine denk gelen bir tükenmez kalem mürekkebi var, aynı kalem, Kemal'in bacakları da yara bere içindeymiş izlenimi vermiş..)




Fotoğraf 2:


                                                                          "Fındık"



Not: Ayazmant'ın adı, atık Ayazkent olmuş. Sahibinden.com'da gördüğüm ilanlar ile anılarımdaki görüntüleri kıyaslamak mümkün değil. Plajda café bile varmış artık!
Sazlıkların hışırtısı susmuş demek...





1 yorum:

Sophie dedi ki...

bunlar bir ısırmalık...