20120214

JDM F9A

vhs'den dvd'ye aktarılmış görüntülere gözler dolar...
eyüboğlu ailesi, fark etmeden benim de ailem olmuş da haberim yokmuş.

okulumuzun 'müzik gecesi' hikayelerinden kesitler var.
bir matem havası... zaten eyüboğlu hall olduğu gibi soğuk bir yerdir, muhallebi gibi kokar, insan orada bile sırtında hisseder okulun disiplinini. parçalar bir zorlamayla çalınmış, solo bile haddini aşmıyor, herkesin eli kolu donuk. adeta eğlenmemek ve tadını çıkarmamak için toplanmış oraya onca insan.
"okul müdürünün gözü önünde müzik yapıyor olmak utanç verici" gibi bir his...

sene 1999, sahnede biz varız.
en küçüğümüz on altı yaşında. geri kalanlar on yedi, on sekiz.
grupta sekiz kişi var. hiç fena değilmişiz.
coşmuşuz. ışıklandırma kopuyor, solist sahneye koşarak 'dalıyor', dinleyici ile sürekli irtibat halinde, biz iki vokalist olarak sürekli bir hareket halindeyiz, yüzümüz gülüyor, davulcumuzun sololara can kurban, güruh kıyamet, gitaristimizin j.petrucci'nin picasso kasa ibanez'i var ve 'öttürüyor'... iki klavye var, saksafon... o-hooo!...
cover'lar havada uçuyor, klavyecinin besteleri çalınmış...

sonra, ertesi sene, mezun olurken ne oluyor?
eyüboğlu bize para veriyor
"haydi bakalım çocuklar, gidin kendinizi gösterin, bu da paranız, kendinize ekipman alın, artık bizim logoyu da afişinizin bir köşesine iliştirirsiniz..." diyor..


bu gruptaki insanların çoğu, profesyonel müzisyenler olmak yolunda adım attılar.
ve tabii ki herkes bir yere dağıldı. alınan ekipmanlar da daha iki üç sene geçmeden aynen iade edildi okula.

bugün konuşuyorduk 46'yla; insanın bir şey istemesi çok normal.
ama bir şeyi istemekte kendinde hak görmesi hayati bir konu. içine dönük ama kendine odaklı bir insan değilseniz, insanları doğuştan balerin, doğuştan müzisyen, doğuştan patron sanabiliyorsunuz. ve aksine kendinizi inandırmak çok zor bir süreç olabiliyor.

bundan 20 sene önce, idso çocuk korosu seçmelerindeki halimi hatırladıkça, hala altıma edecek gibi oluyorum.
çünkü oraya seçilmeye gelmiş çocuklar bile doğuştan orada olmak için seçilmiş gibi hissediyordum. "hepsi kesin iki, üç parça biliyordur hocaya söylemek için sabırsızlanıyorlardır ve eminim hepsi bülbül gibi şakıyordur ve hepsi biliyordur."
neden? çünkü "ben bilmiyorum."

seçilmek / seçilmemek için sıra bana geldiğinde, kağıt gibiydim, hatırlıyorum.
hayatımda ilk defa kuyruklu piyano görüyordum, piyanonun başında oturan kadın çok sert mizaçlı, kocaman saçlı ve sıkkındı. bu kadar geç geldiğim için mi sıkkındı?
orada bile sıra bana bu kadar geç geldiği için mahcup olup, gerilmiştim.

sonra, adımı sordu, konuşmaya başlayınca her seferinde "bir sonraki cümlemi daha net söyleyeceğim" diye düşündüğümü hatırlıyorum.
bana bu sınamanın nasıl bir şey olduğunu, ne yapacağını ve karşılığında ne yapmam gerektiğini anlattıktan sonra her şey kolaydı. (ne kadar kolay yazıyorum şu an!)
beni 'test etmesi' bittikten sonra, yerinden kalktı, önündeki listede, adımın yanına "8" yazdı ve "konsvertufurar'a girmek ister misin?" diye sordu.
"konsrodfromar" denen yerin, neresi olduğunu bilmediğim için "hayır ben eyüboğlu'na gidiyorum" diye cevap verdim.
"öyle miiii?" dedi şaşkınlıkla, ben de hayret ettim ve "acaba benim okulum konsforofoforar'dan daha iyi bir yer mi?" diye düşündüm.

çıktığımda, içeri giren beyaz kağıt, elma kırmızısıydı.

"konsrafutavar" denen yerin neresi olduğunu daha sonra çok iyi öğrendim. idso çocuk korosu'ndan bir sürü arkadaşım oraları kazandı ve adının "konservatuvar" olduğunu öğrendim. hem de "tuar" değil "tuvar" diye yazılıyordu. vay anasını!

sonrası zaten malum...
hele eyüboğlu tayfasına anlatmamı gerektirmeyecek şeyler.
gidenler ve kalanlarıyla, kendi kendime geliştirdiğim bir 'yapmam gerekenler', 'cesaret edemediklerim' ama var olan ve bitmek tükenmek bilmeyen ifade etme, boşaltma; çıkanlara bakma ve başkalarına gösterme isteği...

ve sonra böylesine yabancılaşma, bağışıklığı iyice kaybetme, böylesine saklı, inanmaz, insan ilişkilerindeki hıyarlıklara kayıtsız, kendini duvarlarının arkasına saklayıp "space dye vest" sözleri veren?
gülüp, -mış gibi davranabilen?
nerede o 9 yaşındaki "herkes versus ben" diyen çocuk?
ve nerede o temas, yapay tezahürat, samimiyetsizlik, kaypaklık sevmeyen, şimdi de hafif acıyla sırtını severek sıvazladığım o lise çocuğu?
en yakını sensin, en öz güven dolu senmişsin.

ara sıra bize de uğra..

Hiç yorum yok: