20120116

nereden nereye geldik...
bahsettiğim "2012'nin Güngören'inde"ki elektrik kesintisi, medya maymunlukları, uyumalar, horlamalar ve hatta açık popo üzerine rüya görmeler falan değil.
ben yine kendi kabuğumda, kendi civarımda takılıyorum.

eddie vedder, 'aşırı sevgi'den evinin önüne diktiği duvar hakkında ne kadar haklı idiyse, bilmemkaç kilometre hızla o duvara giren herif de o kadar haklıydı bence.
eğer bir şey veriyorsa biri, bir alan çıkacaktır.
ve alan kişi, aldığı şeyin daha fazlasını mutlaka isteyecektir. 2+2=4 kadar net.
veren kişi, en nihayetinde ya yorulacak, vermeyecek ve buna bir önlem alacak ya da oyunu kuralına göre oynayacaktır. rokafella styla dediğimiz hakikat her yerde örneğine kavuşuyor. "alış" (kollar öne uzatılarak) "veriş" (kollar kendine çekilerek)

ben de burada kah çok içsel, kah yüzeysel, kah okuyanın bir bok anlamadığı şeyler yazıp çiziyorum.
burası da, bir takım şeyleri ifade etmek için kullandığım en ortada olmayan ama bir o kadar da ortalıktaki alanım. mevzuları istediğim gibi kapatıp açmakta özgürüm.
duvarlarım hem var, hem yok.
altınızdaki 'araba'ya göre ister kafadan girin, ister kapıdan uğrayın, gidin.

bugünkü mevzu: 1/81038410 saniyede bünyeyi saran hayret.

hayret ki, insanlar ve olaylar çok çabuk gelip geçiyor. bir gün "onsuz yapamam" dediğin insan toprak olup gidiyor, bir gün "üstesinden gelemem" dediğin bir olay çocuk oyuncağına dönüşüveriyor.
bu algı ve tepki mekanizmasına akıl sır erdirmek mümkün mü?

bu sırrı çözmek; olayları bünyeye yedirmek, sindirmek ve sistemden atmakla ilgili ise; hissizleşmek, may'in bu "şizoid dünya" tabir ettiği ortamda bile hislerle hayatta kalmak, bunları belli etmemek, belli etsek bile karşılığında göreceğimiz tepkilere göre sistemimizi savunabilmek adına bir sanat geliştirmek ve uygulayabilmek için tüm bunların üzerinde, bağışık bir yapıya sahip olmak gerek.
bu da anca, öncesinde zehrin tüm vücuda yayılmasına müsaade etmek ve sonra güçlenmeyi beklemekle olabilir.

peki buna vakit var mı?
hangi yaş aralığında, ne zaman bağışık ve üst bir kişilik / karakter olarak ayakta durabileceğiz?
ne uğruna?
samimiyetimize, doğallığımıza ne olacak?
ya tüm bu yeni dünyamızın "cool" tabir ettiği duruş, koca bir hiç ise?
bildiğimiz, öğrendiğimiz ve sandığımız her şey aslında başka bir şeye göre hepten yanlışsa? o başka şeyi öğrenip idrak edecek vakit kalacak mı?

bu, bir nevi, köprüden ayakları kurtulur kurtulmaz "keşke intihar etmeseydim!" hurafesi kadar saçma değil mi?
biz hiç bilebilecek miyiz o intihar eden adamın kafasından geçenleri?

ehh, "o zamana kadar 'rakınrol' kafasında devam edelim, günü gün edip, bünyenin ağzına edelim. ne de olsa ne hakikat var, ne hisler, ne gerçeklik, ne korkular..."

varsa yoksa an, varsa yoksa ağzımıza domuz misali tıkıştırabileceklerimiz...

3 yorum:

piklop dedi ki...

son günlerde bu yazdıkların üzerinde çok düşünüyorum Nesta.. yaşadığım kimi olayları kendi algılarım dolayısıyla çok önemsediğim günler çoktan bitti.. şimdi ben karaya ayak bastım mı acaba, bu ayağımın altında hissettiğim toprağı ben neden hissedemiyorum?!.. alışırken, kabul ederken ve sonrasında devam ederken ben neyi kaybettim diye düşünüyorum sürekli..

Nesta dedi ki...

aklıma şunlar geldi:

o zamanki algın, bugünkü algın değil. ikisi farklı. o yüzden; bugünkü algın, dünkü hiçbir şeyden sorumlu değil.
alışmak böyle bir şey.

nasırlar neden oluşuyorsa, toprağı da o yüzden hissedemiyorsun. hissedemiyor oluşun yaşamadığın anlamına gelmez, bilakis;
ne var, ne yok, hissediyorsun!

bir şey kaybetmedin.
başkalaştın.
diğer her şey de, hala orada.
sadece onlara artık ihtiyacın yok.
çünkü artık nasırın var.

: )

piklop dedi ki...

çok yetersiz olacak ama elimden şu an sadece teşekkür etmek geliyor, bir de seni özledim demek; iyi ki varsın :))..