20111003

high heels

bu kimya geldiği zaman hep korkarım.
etrafımı kırıp dökeceğim diye.
çoğu zaman kırıp dökerim de.
ama kendimi tanırım.
istenmeyen, eleştirilen ve arkasından konuşulan beni tanır, severim.
(o işi de kendimiz yapıyoruz. "koşulsuz sevgi kaynaklarınızın tadını çıkarın, öpüp başınıza koyun" diye ağlak, dramatik bir hissiyat içinde değilsem de ara sıra bu klişeyi -ki klişelerdir en keskin hakikatler- hatırlayın!)

iliklerimde dolaşıp duran o huzursuz, köşeli, soğuk soğuk terler boşaltan garip adam gırtlağıma kadar gelir, tıkar nefesimi.
öğrendiğim her şey bir saniyede uçar gider. yerine korkunç, katı bir hissiyat gelir.
katı hissiyatın arasında çelik gibi bir iki şey gözükür en net haliyle. birkaç gün sonra tesirinin geçeceğini bilsem de, sarılırım ve unutmamaya çalışırım:
etrafımda az öz insan olmasını istememin sebebini bu kimyanın kafası altında her zaman en çıplak haliyle görürüm.
mutluluk hormonu bünyeye tekrar basılmaya başladığında ise 'mutluluktan uçtuğum için' "yok ya, olmadı öyle bir şey" derim. kötü tecrübeleri, bir sonraki günü yaşayabilmek dürtüsüyle sildiği gibi beyin, o acı tadı da siler ağzımın içinden.

kimyalara rağmen yanı başımda duran çok az insan var. gerçi öyle bir şey 'gerekli' mi onu da bilmiyorum. belki de hiç gerekli değil; biz zavallılarız sadece.

kırıp döksem de, sen hep en yalın haliyle gel, yüzüme konuş, olur mu?
bence buradan el ele çıkıp gidebiliriz!

"black ribbons of coal,"
please "touch my skin to keep me whole."

Hiç yorum yok: