20100520

senelerin birinde, trenle seyahat ederken, istanbul'a ayakları basan birine sms atıyordum tarlaların arasında zaman zaman çekmeyen bir telefondan..
ve ondan cevaplar geliyordu tarlaların arasında oluşum, kilometreler ve havanın aydınlanması, bulutların yuvarlanmasıyla ilgili..
ve ben, bir nevi, kendi parçamı buluyordum trendeki polis memuruna göstermek için pasaportumu çantamda ararken..

ne acayiptir ki, tam da en çok düşündüğüm anda, çat diye 3 boyutlu bir hal alıverdi dün.
bütün parçalarını yerine oturtmadan onun o olduğuna inanmak istemedim. o yüzden elindeki telefona, kolundaki saate, saçının rengine ve oturduğu masaya kadar her şeyi bir bir yerine oturttum yeşil ışığın onayını alana kadar.
bana bir tarih vermişti. o tarihten önce olmuştu hepsi.
müzik, müzik.. yine müzik sonra biraz müzik konuştuk.
bu benden başkası olamazdı, evet.
tüm o çizdiği tabloları, ağzından çıkan resimleri, gözlerinin işaret ettiği detayları kaçırmıyorum, hepsini bardağın sonundaki damlaları toparlarcasına 'hüpletiyorum'...
bu benden başkası olamazdı. unuttuklarımı hatırlıyordum.
"parçalarımız saçılmış meğerse dünyanın değişik uçlarına" diyordum.
biz onları bulunca garip oluyor, anlamıyoruz bir anda.
onların da aynı kodlar üzerinden iletişim kurduğunu gördüğümüz an, öyle bir şüpheyle düşüyoruz ki; paraşüte ihtiyaç duymadığımızı fark edince gözlerimiz parlıyor.

sonra yavaş yavaş yer çekimi geri geliyor, zaman 60 metronomda ilerlemeye devam ediyor. uyanıyoruz.

nerde 56? nerde 48? nerde 138?

Hiç yorum yok: