20090601

al sana elma püresi..

100 sene birbirimize bir laf dahi etmeden, hiç görüşmeden yaşayıp; 101. sene birden bire görüşüversek, aynen kaldığımız yerden devam edebileceğim türden nadir arkadaşlarımdan biri bana; hayatını planlamadığı, programlı işler peşinde koşup bir adım, bir ay, bir sene sonrasında nerede ne yapıyor olacağını bilemediği takdirde, sanki bir şeyler onu yakalayacak ve yutacak gibi hissettiğini söyledi.. Yaptığı şeyleri başarıyor, inanılmaz işler beceriyor, insanlarla süper iletişim içine girip kendini pek çok sevdiriyor da.. Onu ben başarılı bir insan olarak tanıdım; bu onun doğasında var. Böyle gidecek de.. Bu cesur özeleştiriyi işittiklerine, ne olup bittiğini anlamayan ve boş gözler ve yamuk bir ağızla, ayakları poposuna vurarak kaçan insanların idrak seviyelerini irdelemeyi çoktan bir kenara bırakmış olarak, sadece, bu işin -işten kastım bu özeleştiri yapabilme durumu, siz değerli psikolog efendilerin terminolojileriyle "insight"- "her babayiğidin harcı olmadığı"nı söyleyerek geçiştirmek istiyorum.. Gerçekleşmediğinde üzüldüğümüz şeylerin aslında gerçekleştiklerinde de hayatımıza muazzam bir değer katmadığını bildiğimiz ama her seferinde aynı çukura düşmekten adeta haz aldığımızı da tekrar tekrar göze sokmanın bir alemi yok, zira o konu hiç açılmayacak!! (anlayana italik saz..) Bazılarımız böyle. İfade etmezsek ölürüz. Rahat batar. Oramız buramız şişer.. Helyum gazı yutmuşcasına saçma sapan sesler çıkararak gün gelir patlayıveririz. O zaman daha çok üzülürsünüz. O yüzden siz siz olun, ağzımızı açıp bişey söyleyecek olduğumuzda öyle hemen korkmayın, kaçmayın, celallenmeyin, kategorizasyona başlamayın.. "Bence sen..." ile başlayan yargı cümlelerinden şiddetle kaçının.. Birakın o hemen müdahale edeceğiniz şahıs bir bitirsin ifadesini, sonra kendinizi Alman mahkemelerindeki pos bıyıklı yargıç edasıyla salıverebilirsiniz üstüne. Bir de şu var: Frekans meselesi. Bazıları insanlarla konuşurken, "içini yansıtırken" ihtiyaç duyduğu frekansı hemen öyle yakalayamaz. Yüzeysel sohbetlerden daha derinlere akabiliyorsa düşünce ve konuşmalar, yavaş yavaş açar kendini, müsaade ederse girebilirsiniz onun dünyasına. Bu tarz ilişkide olmadığımız insanlar bizimle gündelik sohbetler arasına şıkışmaktan öteye gidemeyecek ama aynı şekilde keyif alabildiğimiz insanlar olarak hayatımıza yer edecektir. Aksi istikamette başarılı bir şekilde dünyanızı gösterebildiğiniz insanlarla ise en tepede bahsettiğim gibi 100 sene görüşmeseniz bile sevginiz, saygınız ve frekansınız baki kalır. Şaşılacak bir şey yok. Ha, gün gelir karşı taraf artık o frekansta değil de sizinle yepyeni ve alışık olmadığınız bir boyutta, diğerlerinden pek farkı kalmamışcasına iletişim kuruyorsa, ya o frekansı zaten hiç çok istememiş, üzerine sonradan giymiştir; ya da, basitce, artık "ihtiyacı kalmamıştır".. İnsan ihtiyaçları vasıtastı ve neticesiyle yaşar, değil mi? Ben bu "frekans" boyutunda haşır neşir olduğum tüm insanları tahmin edebileceklerinden daha fazla seviyorum, onların yokluğu bana boşluk hissi veriyor; özlüyorum.. Çünkü ben sadece onların yanında "hakiki ben" olabilip, kendimi denizde sırtüstü yatar vaziyette rahat bırakıp, huzurlu yaşayabiliyorum.. Hepsi kim olduklarını bildikleri için her birine teker teker sarılıyorum bu sanal alem el verdiği kadar..

1 yorum:

deja dedi ki...

ayş! aylavyu!