Bir insanın derinliklerinde, tamamen kendisi olduğu ve her ziyaretinde kendisine kavuştuğu bir sahil vardır. Başı sıkıştığında ya da kalbi kırıldığında, zihni götürür onu köpüklü sularına. Yine, öyle bir dünyadır ki burası; kötülüğün nefesini ensemizde hissederken bıçaktan keskin, tehlikenin sessizce yayıldığı karanlık ormanlardan sıyrılır sıyrılmaz, saçlarımızı uysal rüzgarlarıyla okşayan, pırıl pırıl güneşin altında gözlerini kırpıştıran sıcacık bir sahil çıkarır karşımıza. Kocaman kollarını açmış, mıknatıs gibi çekerken yüreğimizi tatlı kokularıyla, hiç ses etmeden ve sorgulamadan ruhumuzu kavrar. Sessiz bir bağ kurulur gecesiyle de gündüzüyle de bu sahilin. Kıvrılınca kucağına, karnımızdaki o demirden düğüm çözülüverir.
Başkaları bilmez mi bu sahili? Kimsesiz midir bu sahil? Bir tek bize mi görünür kaybolur yoksa herkesin kendince bir şeyler bulduğu, çakıl taşları biriktiren bir sahil midir...
Gün gelir, en büyük derdimiz olur bu büyük şansın hissettirdiklerini bir gün kaybetmenin endişesi. Ya gün gelir tamamen yok olursa? Ya koca koca siteler dikip çomaklar sokarlarsa o parlayan gözlerine? Bir zamanlar kaleler yapan gülüşmeler ya sönerse aniden?
Endişenin kehaneti doğrudur. Hepsi gerçekleşir. Fakat her şeyin ve herkesin bir diğerinin algısından ibaret olduğu bu dünyada, endişe duymaksızın sevdiğimiz ve endişe duymaksızın sevildiğimizi bildiğimiz sahiller vardır, bunu kimse inkar edemez. Onlar bilir, biz biliriz.
Ve her nerede olurlarsa olsunlar, ruhumuzun derinliklerinde herkese ve her şeye rağmen tamamen kendimiz olmaya devam ettiğimizde, bizi bir saniyeliğine kucaklayan bir anıya dönüşmüş olsalar dahi
o sahiller daima vardır..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder