20150115

ara sıra açıp bakmam icap eden notlar vol#891340

insan zihni tembelleşmeye çok müsait. bunu en kolay "ay konuşmaya konuşmaya unuttum gitti" dediğimiz yabancı diller suratımıza çarpıyor mesela.
sadece teknik donanımlar değil, insan zihninin, dolayısıyla kabiliyetlerinin ne kadar esneyebildiği bilimsel bir araştırma konusu olarak karşımıza hep çıkacak fakat hayatlarımızda hep asılı duracak bir yerlerde.
araştırmalar neticeleri kovalayadursun meditasyon gibi kişinin kendi kendine geliştirebileceği başkaca yöntemlerle -yeterlilik düzeylerinin kanıtlanmış olmasına gerek yok, insan algısı ve davranışları = insan nüfusu.- insanlar gerek duydukları yönlerini bir yandan kuvvetlendirebiliyor zaten. su altında daha uzun süre nefes tutabiliyor, olumsuzluklardan eskisi kadar etkilenmemeyi kendine öğretebiliyor ve saire.
google'da "insan beyni / zihni nelere kadir?" diye yazarsanız çeşit çeşit makale ve video bulabiliyorsunuz. hangisi sizin kulağınıza hoş gelirse, ona inanmakta özgürsünüz.

kişisel donanımlar edinmeyi istemek enfes bir şey, kesinlikle.
yalnız, bunları kendi içimizde faydalı hale nasıl getiriyoruz, dahası; ne kadar dışarı aktarabiliyor, başkalarına da faydalı hale nasıl sokabiliyoruz; orası çok büyük bir muamma. hem de çok ciddi bir muamma çünkü bu durum kendimizi "sosyal birey" sanmamızı sağlayacak kadar ileri giderek bizleri uyuşturmuş bir şey bence. 

geçenlerde insan beyninin, zihni ve vücudu tembelleşmeye müsait hale getirmek için elinden geleni yaptığı, vücudun alışageldiği hareketsizlik mertebesinde kalmaktan daha da çok hoşlanmasını sağlayacak kimyasallar ürettiği ile ilgili düşüncelerimi destekleyen makaleler arıyordum ki;
çok uzağa gitmeden, bir takım hayal kırıklıklarımı anlamak için kendi çevremde olan bitenleri gözlemlediğim kadarıyla edindiğim sağlamaları düşünmeye ve onlarla yüzleşmeye başlamam çok uzun sürmedi.

mesela insanın sürekli gözüne gözüne sokulan bir takım bilgilere (olayların kaynağı, içeriği, olayı yaşayanlar) karşı bir yerden sonra duyarsızlaşmaya, onları görmezden gelmeye başlaması gibi; fayda sağlamadığı bilgilere karşı da duyarsızlaşıp, onları da bir yerden sonra dikkate değmez bulabiliyor.
bu bazen iyi bir şeymiş gibi duyulabiliyor tabii ama "sen kendi fikrinle alakalı kendinle savaş halinde değilsen ne ispat ne de ifade etmek zorunda hissedersin kendini, güler geçersin" gibi gayet bilinçli bir sessiz kalıştan bahsetmiyorum. vaktiyle ateşli bir şekilde gıyaplarında haklarını savunduğu bir takım insanları günü geldiğinde hakir görebilmenin, yolda gözünün önünde yere kapaklanan birinin yanından geçip gidebilmenin, farkında veya olmaksızın birisi için 'koşullu iyilikler' yapıyor olmanın içindeki şuursuz duyarsızlıktan bahsediyorum. işin daha da komiği, bu insanlar kendilerine "sosyal insan" diyebiliyor. oysa ki partilere, konserlere, müzelere, sergilere gidince sosyal insan olunuyor diye düşünüyor olmaları maalesef çok acı.
keşke hafta içi kazanılan parayla hafta sonu eğlencesinde pistin orta yerinde çılgınca dans etmek kadar kolay olabilseydi sosyal birey olabilmek.
bunun farkında bile olamayanlarla yollarımızın ayrılıyor olmasına "tanışma faslının bir parçası" deyip, geçiyoruz üzülerek.

öte yandan ayrılıyor olmamız kadar tabiatına uygun bir netice de yok aslında.
bu düşüncenin mensupları tabii ki birbirine benzeyeni seçecek, birbirine benzeyenden beslenecek, başka düşünceler onlara "garip", "değişik" gelecek ve onu betimleyecek başka kelime bile bulamayacaklar. iki taraf için de güzel fakat içten içe "ah keşke" dedirten şey; buranın kitap okumayan, müzik dinlemeyen, estetik algısı olmayan, ailesinden uzaklaşmış, bireysel yükselişlere gömülmüş, buna da çok maaşlı-bol yarışlı büyük şirketlerin daracık koridorları arasında tüm kalbiyle ama yarım yamalak katılmasına rağmen kafası, bedeni, gözleri çok yorgun insanların fanusu haline dönüşmüş olması.
bu tabloyu yaratmak kolay. çünkü bilmemeyi seçmek de öyle.
bu denklemi keşfeden ve türevlerini de üreten adamların ekmeğine yağ sürmek bazılarına haliyle garip geliyor. karşılıklı olarak birbirimizi garipsediğimiz fakat tam olarak ayrışmayı da beceremediğimiz bir noktada duruyoruz.
çünkü birbirimizden öğrendiklerimiz, öğreneceklerimiz var; bu işimize geliyor.
bir yerden sonra devam ettiremiyoruz çünkü öğrenmek, bilmek ve yorumlamak meşakkatli işler,


ha ben niye serzeniş içerisindeyim; yaşayan ölülerle davam bitmez de ondan...

4 yorum:

Sophie dedi ki...

''Yüreğin kadını erkeği yoktur !'' diyor Hikmet bir şiirinde. Keşke anlaşılmayanı ''ucube'' görmek ya da ondan kaçmak yerine olabilecek en iyi mesafede durabilmeyi bilsek...

Sophie dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
SELEN GULUN dedi ki...

insanoglu zombi olmak istiyor. duygu yok, muzik yok, sanat yok. gunduzleri gercek olanlari yiyip aksamlari bos bos gezinecek. yapacak bir sey yok... insanoglu bunu istiyor.
ben de yazacagim...

SELEN GULUN dedi ki...

insanoglu zombi olmak istiyor. duygu yok, muzik yok, sanat yok. gunduzleri gercek olanlari yiyip aksamlari bos bos gezinecek. yapacak bir sey yok... insanoglu bunu istiyor.
ben de yazacagim...