20121023

"mektup yazanların çok olsun evladım..."

geçen gün düşünüyordum, hareketlerin sebeplerini.
her haltı da düşünüyorum, neyime yarayacaksa?!..
ne mecburiyetim var bazı şeyleri düşünmeye?
"düşün düşün, b*ktur işin" derler ya, o hesap.
ama genco, sen; sen daha ağzını açmadan ben senin kafanın nerelerde gezindiğini biliyorum.
benimki seninkinin yanında yine de daha acı bir durum ama, sen anlamazsın.

genco'm, içmeyi bilmediğin gibi, şunu da bilemedin; öğrenemezsin de ama, haydi, sosyal çemberimizi güzelleştiren bir çiçeksin sen de!

sadece analitik düzlemde değil, duygusal derinlikte buluşur insanlar. öyle iletişim kurar, öyle ilişki kurarlar.
bir takım hesaplar kitaplar yaparak, matematik denklemi kurar gibi kuramaz insan ilişkisini diğer insanlarla. kurduğun denklemde hesabın hep yanlış çıkar. daha da mallaşırsın. değil mi yavrum?
neden peki, evladım?
çünkü, insanı insan yapan, duygu dünyasıdır.
açmaktan, yaşamaktan, yaratmaktan ve sahip çıkmaktan çekinmemesidir özgüven dediğimiz şeyi yapılandıran.
yani sen istediğin kadar teori bak, oku, öğren; yoksa bir dirhem duygu kontrolün, olmuyor o kek. pişmiyor. malzeme eksik kalıyor.
klişe cümleler kurarsam belki daha iyi anlarsın, "anlarsın ya!"

şöyle de diyebiliriz:
yani, aldığın maaş, çalıştığın iş yeri değildir özgüveni sana veren. terfi etmen, aldığın sertifikalar, ehliyetler, girdiğin çıktığın testler, okullar ya da anne babanın çocukken tesadüf eseri bir taraflarını okkalamış olması ile ilintili bir durum değil tam olarak. ebeveynler bile, ellerini bazen nereye konacağını bilemiyor, değil mi genco?
bir çocuk olarak bile üzerine düşen görev büyük: sınır koyabilmek.

kısacası, bir sosyal varlık olarak edindiğin ve edineceğin donanımları sindirebilmen için gerekli enzimdir duygu dünyası.
bu yüzdendir ki, hayatın boyunca asla yaşamaya, kavramaya cesaretin olmayacak, yanından bile geçemeyeceğin ilişkileri eleştrip bir de bunlarla ilgili yorum yapmana çok gülüyorum.
o kendince edindiği tecrübeler, kendince kurduğu krallığın duvarları arkasından konuşmalarına...
zaman ve tanışıklık oranıyla ortaya çıkan neticeye göre hareket etmen gerektiğini düşünmene.
nerede duracağını da, bu aynı denklem üzerinden yorumlayıp uygulamana.
kendi arkadaşını -olaylar hep seninle ilgili ya- koruma pahasına diğer dağa küsmene, dağın bundan haberinin olmayışına. gülünecek ne çok nokta var!
vah vah vah...
pişmeniz için kaç fırın ekmek yemeniz lazım gençler?
gencolar?
ah benim zavallı minik yavrularım!...

misal, kız arkadaş diye 'takıldığın şey', elinden tutup sinemaya gittiğin, ara sıra onun senin için düzenlediği planlara uyduğun, mümkün olduğu kadar sevişebildiğin bir canlı değil.  yani olay, sadece bundan ibaret değil. daha doğrusu, olayın özü sen değilsin. sadece seninle ilgili değil her şey.
gerçi, bunu öğrenebilmen için okuduğun kitaplardan edindiklerini, sende oluşmaya yüz bile tutamamış duygusal dünya ile harmanlaman gerekirdi. geçmiş olsun.
şimdi ne olacak?
öyle gözüküyor ki, takacaksın parmağına bir gün halkayı ve senin için hazırlanmış başka halkaların dişlileri arasında öğüteceksin, öğütüleceksin.
bana "deli" diyeceksin, benim için en büyük iltifattır.
beni anlayamıyor oluşun, benim varlığımı destekler en büyük katalizör, senin varlığın benim gülücüklerimin varlık sebebidir.

ya. böyle...

baştan okuyacak mısın?
haydi! göreyim ense traşını.

sen çok yaşa genco!
çok yaşa.
valla!
sen yaşa ki, bize, şu kısacık ömrümüzde gülecek malzeme çıksın.

p.s: yarın iş de yok bak, haydi yaşadın!


Hiç yorum yok: