20120507

bizim anne-babalarımızın, yatılı okullarda okuduklarından mıdır, ailelerini doğru düzgün tanımadıklarından mıdır, "aile" denen güruhtaki insan sayısı bir elin beş parmağını geçmediğinden midir; nedir, dışarıdaki, aile mensubu olmayan insanlara karşı bir zaafı var.
insanın en temel işitilme, bilinme, tanınma güdüsü / beklentisini beşe katlar bir zaaf. ve tabii, sonucu hep sükut-u hayal.
öyle ki, kendi özbeöz ailesinin insanından bile kazık yiyebilir hale geliyor. kazık yemek de büyük bir başarı bence. kazık atanı, bazen suçlayamıyor insan! hadi bir yedin, iki yedin. artık çek kendini, koru, değil mi?
hayır. çünkü, bu daima beklenti / alış içinde olan taraf, bu sefer de sizi artık eskisi gibi olmamakla suçlayıp baskılayabiliyor da. sonra ne oluyor, "onlar sevinsin, biz geberelim" felsefesi ile ver babam ver. ver. ver. ver... 

bizde, "biz" dediğim kafadaki insanlarda, vermenin, sevmenin yoğunluğu ve sınırı olmaz. yani ölçülerle konuşulmaz. "sen beni daha az sevdin", "sen daha şundan daha az verdin" gibi bir kıyaslamaya gidilmez. "beni sev" diye bir talep olmaz. alınan her ne ise, onunla yetinmemek diye bir şey olmaz. o zaten çok büyüktür, hatta en büyüktür. verilenle yetinilir. sevilir de, verilir de. eşyalar, misal, bir daha geri istenmez bile. verirsin. gider. arkasından beklenti içine girilmez. "gitti ama bakalım gelecek mi.." denmez.
vermeme tasarrufun da bakidir ama. bir şeyleri veriyorsun diye, başka şeyleri de vereceksin diye bir kaide yoktur. neyi verip neyi vermeyeceğinde net olursan, karşı taraf da bilir, net olur. buna "saygı" denir. 
şımarıkça istemekten ve almaktan başka bir şey bilmeyen insanlar insanlar buna "sen değiştin" der. çünkü onlara, neyi ne kadar vermeniz gerektiğini yine onlar tayin eder. veren, üzülür. vermeye küser. bir daha vermek istemez. ama vermezlik eder mi; edemez... (kel-merhem)  

bir önceki neslin hatasına düşmeksizin, kendi ailemizi oluşturan bizler için aile mensubuna, misal, iş / barınak bulmak, ihtiyaçlarını karşılamaya çabalamak da bahsi edilecek olaylar değildir. doğası gereği yapılır. misal, iş arayan birine iş imkanı verebilecekken bu konuda hiç ses çıkarmamayı tercih etmeyi, tasarruf kabul edenler var. kapalı / özgün bir kişilik olmaktan ziyade, kaypaklıkla ilgisi var -bence-. 
biz çocukken, yaptığı ve çok beğenilen kekin tarifini soran arkadaşlarına, kekin tarifini verirken malzemeyi eksik söyleyen teyzeler vardı. kendi küçük grubunda, ünlü olmak isteyen küçük iktidar elemanları bunlar.
vazgeçilmez olmayı elde etmek o kadar kolay değil, teyzeciğim. sen daha yap o keklerden. yap. yap. yap.. yap...

o yüzden, bizde aile mensuplarından biri ailevi normallerin dışında hareket ederse, garipsenir. nedeni anlaşılmaz. özgürlüğü ilan etmek, özgürlüğünü istemek, aileden kopmayı istemekle karıştırılır. bir arada olmakla bir arada durmak arasındaki fark idrak edilemez. 
ben şimdi, ailemin tek kara koyunu olarak bunu yapmaya çalışıyorum. bir arada durulmasa da, bir arada olmanın devamlılığını ispat etmeye.
kendimi ifade mücadelesi içindeyim. anne-babamın vasıtasıyla tanıtıl(a)madığım için, kendimi tanıtma çabasındayım kendi aile mensuplarıma. devamlı "ben, ben, ben" demekten sakınarak hem de.
yorucu bir iş tabii. insan gündelik mekanik mücadelesi içinde, zihinsel bir takım mücadelelere de giriyorsa, bu yorucu oluyor.
kendimi bu denli kurcalıyor, bulduklarımın da bu denli farkında olmasaydım, belki, basit bir soğuk algınlığına "grip", kumruya "güvercin", pembeye "kırmızı", salyangoza "sümüklü böcek" diyor olabilirdim. 
ne farkı var ki. ilgi çektiği sürece yapıştır gitsin.
hayır işte. ilgiyi hak etmek var. onun da arkasında işte bütün bu yazıyı körükleyen bir suçluluk hissi.

ben şimdi onun peşine gidiyorum.



Hiç yorum yok: