20110907

070900

fotoğraflardaki görüntüne bakarak, beni sana benzetiyorlar.
bu iyi bir şey olsa gerek. bilemiyorum.
"huyu da benziyor mu acaba?" diye soruyor seni tanımayan herhangi biri.
huyunu suyunu iyi bilen biri de gözlerinin devirerek "huyu da benziyor, evet" diyor.
"anasına hiç çekmemiş."

arkandan konuşmak kolay artık. kimsenin pek cesareti olmamış bir takım şeyleri yüzüne söylemeye.
oysa, ben ne güzel de yiyeceğim zılgıdı bilerek söyledim ama sana ne var ne yok...

'genç kızlığa adım' niteliğindeki o lanet günde -lanet diyorum, çünkü o yaşta hala ağaçlara tırmanıp, oradan oraya zıplayan, mogli gibi bir kız, kendisine hanım hanımcık oturması gerektiği gerçeğini yakıştıramıyor- yanımda sen vardın.
annem teyzemin hastalığı yüzünden amerika'daydı.

"bizimki genç kız oldu" demişsin hatice teyze'ye, gözlerinden yaş gelmiş. sevinmişsin. çocuklarım olur da belki bir torun daha görürsün diye mi düşündün, hayal ettin acaba?
belki bir gün olur, kim bilir?
o gece beni yemeğe götürmüştün, gözlerin gülerek.

kantarının hassaslığı bana da bulaşmış.
rahatsızlıklarını, neden sinirli bir insan olduğunu yeni yeni anlıyorum.
herkesi adam edeceğini düşünmüşsün, düzeltmek istemişsin.
şimdi bana da bulaşmış o ilişkileri mükemmel hale getirme güdüsü.
getiremeyiz. bunu anlıyorum. değiştireceğimiz tek şey varsa, o da kendimiz. bunu istiyorsak çok kolay da, dengeye oturana kadar epey çuvallıyor bünye.

duygusuzluk da yeni hastalığı dünyanın.
çünkü kimsenin zamanı yok. okuduğu, gördüğü, izlediği, dinlediği şeyleri sindirmeye zamanı yok.
ha, ben duygularımı gösterebilmek konusunda seninle aynı başarısızlığı paylaşıyorum, o da ayrı konu. yazarken ve bizzat yaşarken her şey süper!
konuşurken ise, kimsenin dinlemeye de zamanı yok. herkes bir yere yetişiyor veya o konuyu en iyi o biliyor.
karşılığında kurulan cümleler yargı sanılıyor, savunmaya geçiliyor. netlik, suçlama ile birbirine karışıyor.

sen net olmam ve isteklerimi net bir şekilde ifade etmemi hep destekledin.
bu durumu ezmek için aksi istikamette hiç müdahale etmedin.
ve ben şimdi, tüm bu düzensiz ama bir şekilde işler vaziyette olan sistem içinde genellikle tam anlaşılmıyorum. nasıl daha az düşünüp daha çok anlaşılır hale gelebilirim, bunu öğrenmeye çalışıyorum.
konuşmayarak, paylaşmayarak engel koymaya çalıştığımı sanıyorum ama bu sefer de kendimi samimi bulmamaya başlıyorum.
"bu ben değilim."

fiziksel uzaklıklar değil kişilerin yalnızlıklarının sebebi.
yine, o kafalar arası mesafe.
fiziksel mesafe kafaların birbirlerine yakınlaşmasını sağlayacaksa, başlayalım buna...

eminim her şey oralarda daha güzeldir.
belki, o sahil kasabasında tatildesinizdir.

huzur içinde uyu, babacığım...

til i come knocking at your door..

Hiç yorum yok: