David Bowie'ye aşık olduğum zaman 7 yaşındaydım. En dar taytları çekip, en glam makyajını yaptığı dönemlerdi.
İlk görüşte etkilendiğim yegane adamlardan biridir "Mr. Bowie the noble king"..
Sonra şunu hatırlar gibi oluyorum:
Aslında aşık olduğum ilk erkek, "Chance".
Kim hatırlar bilmiyorum ama "Sarı Gül" adıyla TRT1'de izlediğimiz "The Yellow Rose" un Chance'inden, yani Sam Elliott'dan başkası değil bu adam..
İki ucun erkekleri. Biri pos bıyıklarını televizyon ekranından sallayıp küçücük kızların aklına at binme sevdaları sokarak etkilerken; diğeri '70'leri kalçalarında sallamış, kırıtarak şarkı söylerken ve "denemediği hiçbir şey olmadığını" iddia ederken Somalili manken İman'la evlenip hayallerimi yıkabilmiştir..
Pos bıyıklar, dar taytlar, geniş omuzlar, beyaz ten, güzel kirpikler, kara gözler, güzel bir gülüş, çiçeğin üzerindeki kelebek, doğuran bir kedi, atlar, köpek, toprak, bulutlar, gök yüzü, deniz, rüzgar, kum, çakıl, renkler ve kokular her yanımda dolaşırken ben bir evin bir odasında tıkılmak ve oralara bir yerlere, civarlara kök salmak istemiyorum..
Bana göre değil.
Kanatlarım varken kendime araba muamelesi yapmak istemiyorum..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder