Bir gün önce sabah 5.30'da kalkıp, vereceğimiz konsere yetişmek üzere Harbiye'ye giderken; bugün, daha geç uyanıp, daha yorgun hissederek işe gelmek epeyce garip bir hissiyat..
Cem Yılmaz'ın "bir gün önce sahnedeyim, ertesi gün patates soyuyorum" söyleminden farksız, sizin anlayacağınız.
Ekin Amerika'dan dönmek istiyor. Üzülüyorum. Çünkü burada ona daha fazla bir şey verebilecek ne biri var ne de herhangi bir -başka- iş.
Ayrıca buranın "pseudo*-sevgi" hallerinden nasıl bıkmadı, nasıl rahatsız olmadı diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Kendimi tamamen müziğe vermeyi gerçekten ister miydim, bilmiyorum.
Müzik adamı hasta eder. Kendini ona adamanı bekleyen bir sevgili gibidir. Ne senle ne de sensiz olabilir.. Başına buyruktur. Seni bir anda bırakıp gidiverir.
Bu özelliklerine bakılırsa "tam bana göre!" diyebiliyorum; arkama hiç bakmadan bir şeyleri / birilerini terk edebilen bir insan olarak.. Burdaki sertliği bir karakter meziyeti sananlara, bu durumdan aslında gayet hoşlandığımı belirten detaylı bir not düşmek isterdim ama sadece "her hikayenin iki ucu vardır" diyerek kestirip atmak istiyorum.
İnsanın haftaiçi bir gün muhakkak sevdiği bir arkadaşıyla buluşup sohbet etmesi, sanırım şu 3 kuruşluk ömrümüze en az 10 sene ekleyen aktivitelerden biri..
---
*pseudo: Yunanca. sahte, yalan, yalancı anlamları içeren bir kelimedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder